Arif Serhan Cevrioğlu

Smoking, alcohol, and substance use and rates of quitting during pregnancy: is it hard to quit?

Background Alcohol and substance use is a major health challenge in Turkey, as it is worldwide. Recently, there has been a rapid increase in the number of females using substances and although usage tends to reduce during pregnancy, it is of critical importance to determine its exact level as substance use negatively impacts on the health of both the mother and infant. Aim The aim of the present study was to investigate the frequency of smoking, alcohol, and substance use, and quitting rates during pregnancy. Method This study was conducted on pregnant females in Sakarya, Turkey. A total of 1,082 consecutively presenting females who agreed to participate in the study were evaluated. The study team prepared a sociodemographic data form and adapted the “Introduction” section, derived from the Addiction Profile Index, to cover substance use during pregnancy. Results The substances most frequently used by pregnant females in their previous pregnancies and current pregnancies were cigarettes/tobacco products (11% and 11.8%, respectively), alcohol (0.6% and 0.4%, respectively), and rarely, synthetic cannabinoids (0.3% and 0.2%, respectively). Daily tobacco smokers continued to smoke during pregnancy, with a rate of 42.5%. Based on research into predictors of smoking (cigarettes) in pregnancy, a correlation was found between lifetime smoking and smoking during a previous pregnancy. A similar link was found with respect to alcohol. Conclusion Cigarettes are the most frequently used substance in pregnancy, and to a lesser extent, alcohol and synthetic cannabinoids, also considered to be risky substances. A high incidence of smoking regularly during pregnancy was found in daily smokers. It is recommended that physicians should sensitively ask pregnant females presenting at clinics about all forms of substance use, including alcohol and synthetic cannabinoids, and to include such questions in their routine enquiries.

Sakarya Bölgesindeki Adölesan Gebeliklerin İncelenmesi

Makale / Article Akdemir ve Ark. Sakarya’da Adölesan Gebelikler Sakaryamj 2014;4(1):18-21 19 Giriş: Erken veya ileri yaşta gebelikler düşük doğum ağırlıklı bebek doğurma ve prematürite gibi kötü doğum sonuçlarıyla sonlanabilmektedir. Erken yaşta gebelikler büyük bir toplum sorunudur. Çoğu gelişmiş ülkeler adölesan gebelikleri azaltmak için çeşitli sağlık politikaları üretmektedir. İleri yaş gebelik sonuçları adölesan gebelik sonuçlarıyla karşılaştırıldığında önemsenmeyecek düzeydedir çünkü adölesanlara göre yüksek sosyoekonomik düzeye sahiplerdir. Bazı araştırmacılara göre ileri yaş anneler adölesan annelere göre daha az düşük doğum ağırlıklı bebek veya prematürite riskine sahiplerdir. Düşük doğum ağırlıklı bebek ve prematürite için risk faktörleri arasında hipertansiyon, astım, plasenta previa, ve aşırı kilo alımı vardır. Otuz beş yaş ve üzeri ilk gebeliği olan kadınlarda gestasyonel diyabet, plasenta previa, gebeliğine bağlı hipertansiyon ve sezeryanla doğum gereksinimi gibi riskler sağlıklı gebelere oranla daha fazladır. Aynı zamanda ileri yaş annelerde hipertansiyon, diyabetes mellitus ve diğer kronik hastalıklar sıkça görülür. Adolesanlar, genel toplumda nüfusun %20 -25’ini oluşturmakta ve bu adolesanların %85’i gelişmekte olan ülkelerde yaşamaktadır. Adolesan dönem bireyin biyolojik, psikolojik ve sosyal değişimlerinin gerçekleştiği, Dünya Sağlık Örgütünün tanımıyla 10-19 yaşları arasındaki dönemi kapsamaktadır. Adölesan gebeler ise gebeliği boyunca kötü maternal kilo alımı, yetersiz prenatal bakım, gebeliğine bağlı hipertansiyon ve preeklampsi için yüksek risk faktörüne sahiplerdir. Bu çalışmamızda eğitim ve araştırma hastanemize başvuran adolesan gebelerin gebelik sonuçlarını ve komplikasyonların analizini yapmayı amaçladık. Materyal ve Metod 2010-2012 yılları arasında Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’nde doğum yapan tüm hasta dosyaları incelendi. 1019 yaş gebelikler adölesan gebelik olarak kabul edildi. Tüm doğum verileri, adölesan gebeler ve kontrol (20-35 yaş) grubu olarak gebeler retrospektif olarak incelendi. Bu yıllar içerisinde toplam doğum sayısı yaklaşık 1700 olup 77 tane adölesan gebenin doğumu gerçekleştiği saptandı. Kontrol grubu ve adölesan grupta hastaların demografik, klinik ve sonuç bilgileri incelendi. Anneye ait verilerden; maternal yaş, sosyoekonomik düzey, hastaneye yatış gereksinimi, gravida, parite, gebelik komplikasyonları, doğum şekli, doğum komplikasyonları ve bebeğe ait; canlı doğum, ölü doğum, doğum ağırlığı, APGAR skoru, yenidoğan yoğun bakım gereksinimi, neonatal morbidite ve mortalite verileri değerlendirildi. 2500 gram ve altında olan yenidoğanlar düşük doğum ağırlıklı olarak kabul edildi. APGAR skorunun 7’nin altında olması kötü olarak değerlendirildi. İstatististik Sürekli değişkenler için tanımlayıcı istatistikler ortalama ve standart sapma olarak ifade edilirken, kategorik değişkenler sayı ve yüzde olarak ifade edilmiştir. Kategorik değişkenler için yüzde değerlerin karşılaştırılmasında Chi-Kare testi kullanılmış ve istatistik anlamlılık düzeyi <0.05 olarak alınmıştır. Hesaplamalar için SPSS (ver: 18) istatistik paket programı kullanılmıştır. Bulgular Çalışma grubunda 20-35 yaş arası gebe sayısı 1220 olup 77 gebe adölesan dönemdeydi. Adölesan grupta doğan %44 erkek çocuk, %56 kız çocuk varken, kontrol gurubnda %47 erkek ve %53 kız çocuk mevcut olup her 2 grup arasında anlamlı fark yoktu (p= 0.7). Adölesan grupta doğan çocukların Tablo 1: Demografik özellikler Adölesan Grup, n:77 Kontrol Grubu, n: 1220 P Yaş(yıl) 18 (15-19) 26.8 (20-35) 0.0001 Parite 0.09(0-1) 1.99(1-5) 0.0001 Gebelik Süresi(Hafta) 38(24.5-41) 39.7(29-41.5) 0.001

The comparison of hyaluronic acid vaginal tablets in the treatment of atrophic vaginitis

We read the study titled ‘‘The comparison of hyaluronic acid vaginal tablets in the treatment of atrophic vaginitis: a randomized controlled trial’’ by Dr. Murat Ekin et al. published in Arch Gynecol Obstet (2011) 283:539–543 with interest. It is reported in the study that hyaluronic acid-containing vaginal tablets can be effective as an alternative treatment agent for the treatment of atrophic vaginitis in post-menopausal women who cannot use local estrogen. There are some issues which attracted our attention in the material methodology part. It is reported in Table 3, where pre-treatment epithelial atrophy levels of the groups are compared, that about 1/4 (23.8%) of the women in the hyaluronic acid vaginal tablet group (group 2) had severe epithelial atrophy, while none of the cases included in the estradiol vaginal tablet group had severe epithelial atrophy. The authors showed in the table that a statistically significant difference (p 0.012) occurred in the epithelial atrophy signs of the groups in the basal examination. Similar proportional differences between the two groups are manifest in Table 4 where vaginal pH evaluation results are presented as well. Although it is indicated in the title that the study is a randomized trial, there is no explanatory information about the method by which the patients allocated to study and control groups were randomized. The fact that the groups were not homogeneous in terms of vaginal epithelial atrophy signs before treatment suggests a failure of proper randomization in the allocation to study and control groups. The bias in the patient allocation at the beginning of the treatment will affect the evaluation of the treatment outcomes in the study and control group patients who are already small in number. In other words, the results may be expected to favor the group receiving estrogen, which had a better basal condition. We believe that we can make a better evaluation of the study results, if the authors would illuminate the aforementioned issues.

Affective temperaments during pregnancy and postpartum period: a click to hyperthymic temperament

Abstract Background: Pregnancy and postpartum periods are the main reproductive periods during which women experience mood disorders. Affective temperaments are known antecedents of mood disorders and their importance is increasing in time for early diagnosis and determining risky groups. But data about affective temperaments during perinatal period is limited. Methods: Women during pregnancy and perinatal period and healthy controls who are not in perinatal period are included in the study. 83 pregnant women in 1st trimester, 94 pregnant women in 2nd trimester and 115 pregnant women in 3rd trimester; 32 women in 1st month postpartum and 89 women in 2nd month postpartum; and 88 healthy non-pregnant women with similar ages were evaluated regarding their temperament evaluation of Memphis, Pisa, Paris and San Diego auto-questionnaire (TEMPS-A) scores. Results: Women in perinatal period had higher scores of hyperthymic temperaments than the control group. Women in the 2nd month of postpartum period had also higher anxious temperament scores. And women in the second trimester had the highest hyperthymic temperament scores. Conclusion: Pregnancy and postpartum periods correlate with hyperthymic temperament characteristics in women without active psychiatric diagnosis. Future studies will help to understand if this is a mental quietness or increased risk for bipolarity.

The correlation of serum asymmetric dimethylarginine and anti-Müllerian hormone in primary dysmenorrhea

In this study, we aimed to investigate the association of serum asymmetric dimethylarginine (ADMA) and anti‐Müllerian hormone (AMH) levels in primary dysmenorrhea patients. The study employed a cross‐sectional design. Eighty‐nine female university students with primary dysmenorrhea were included in the study. All patients underwent complete clinical and laboratory investigations, including serum ADMA, AMH levels, pelvic ultrasonography, electrocardiography, and echocardiography. Pearson correlation and linear regression analysis were used to evaluate associations between continuous data. Categorical associations were evaluated using χ2 test. Correlation analysis between serum ADMA and AMH levels in the study group showed a highly significant positive relationship (Pearson correlation = 0.978, p = 0.01). Our study has shown a significant positive correlation between serum ADMA and AMH levels in primary dysmenorrhea. Serum ADMA levels may have the potential to demonstrate ovarian reserve.